4 Şubat 2017 Cumartesi

Ders Kitaplarının Mesaj Tasarımı

Ders Kitaplarının Mesaj Tasarımı
Ders kitaplarında; metin örgütleyicisi olarak ana başlıklar tutarlı ancak alt başlıklar tutarsız olarak düzenlenmiştir. Ayrıca alt başlıklar yeterli biçimde analiz edilmemiştir. Dikkat çekme araçlarının metin içerisinde tutarsız ve yetersiz biçimde kullanılmıştır. Metin içerisinde öğretim hedeflerine, kavram haritalarına ve özet bilgilere yer verilmemiştir. Metnin yapısını kolaylaştırıcı bağlaç sözcükleri farklı sıklıkta kullanıldığı gibi genellikle gereksiz yerlerde kullanılmıştır. araştırmalarda da benzer sonuçlar ortaya çıkmıştır. Özellikle ders kitaplarında başlıkların etkili düzenlenmediği, özet bilgilerden yararlanılmadığı ve örgütleyicilerin kullanılmadığı farklı araştırma sonuçlarıyla saptanmıştır. Farklı dönemlerde yapılan araştırma sonuçlarının benzer olması sorunun çözülmeden devam ettiğini göstermektedir. Özellikle öğretim programlarıyla birlikte ders kitaplarının yeniden hazırlanmış olması sorunu çözmemiştir.

Ders Kitaplarının Mesaj Tasarımı İlkeleri Açısından Değerlendirilmesi M. Şahin Metindeki üst düzey yapı oluşturacak ana fikirler etkili biçimde vurgulanmadığı için metni özetlemede ve ana mesajı vermede yetersiz kalmıştır. Metin içerisindeki olay ve olguların anlaşılmasını kolaylaştıracak yeterli sıralama ve karşılaştırmalar yapılmamıştır. Olay ve olgularla ilgili neden-sonuç ilişkisi yeterli ve etkili biçimde kullanılmamıştır. Kavram ve olaylarla ilgili karşılaştırmalara ve üst düzey beceriler geliştirmek amacıyla sorunla çözümün birlikte kullanımına yer verilmemiştir. Bu sonuçlar; Çalık (2001), yapılan araştırmanın sonuçlarını doğrulamaktadır. Metindeki üst düzey yapılar öğrencilere üst düzey becerileri kazandırmada oldukça etkilidir. Özellikle 2005’te hazırlanan yeni ilköğretim programlarının yapılandırmacı öğrenme yaklaşımına dayandığı belirtilmektedir. Ancak söz konusu tarihten sonra yapılan araştırmaların birçoğunda sorunun devam ettiği görülmektedir.

Metin içerisindeki soruların dağılımı, niteliği ve teknik özellikleri etkili olmamıştır. Sorular metin içerisine düzensiz olarak dağıtılmış, sorular öğrencileri düşündürmede, ilgili metne yönlendirmede ve öğrencinin dikkatini çekmede etkili olmamıştır. Sorular teknik yönden hatalı olarak düzenlenmiş ve kitaplar arasında tutarlılık sağlanmamıştır. Bu sonuçlarla; yaptığı araştırma sonuçları arasında benzerlik bulunmaktadır. Bu araştırmalarda genellikle ders kitaplarındaki soruların etkili ve verimli kullanılmadığı, soruların kullanım işlevlerinin tasarım ilkelerine uygun olmadığı, aynı zamanda nitelik ve nicelik olarak yeterli olmadığı saptanmıştır. Bu konuda da değişik ders kitaplarında sorunların ortak olduğu anlaşılmaktadır.

Görsel öğeler metin içerisinde düzensiz yerleştirilmiş ve teknik özelliklerine gerekli özen gösterilmemiştir. Metin içerisinde resim ve haritanın dışında görsel öğelere genellikle kullanılmamıştır. Görsel öğeler; metin içerisine yerleştirilmesinde, metin içeriği ile tutarlılığın sağlanmasında ve teknik özelliklerinin düzenlenmesinde etkili olmamıştır. İşler araştırmalarda 4. ve 5. sınıf bilgisayar ve sosyal bilgiler ders kitaplarında görsel tasarım açısından önemli sorunların olduğunu saptamıştır. Bu araştırmalarda elde edilen sonuçlara göre, grafik tasarımının karmaşa içinde olduğu, sayfaların çok dolu olduğu, sıkışık yazılara yer verildiği, niteliksiz resimlemelerin yapıldığı, gereksiz renk kullanıldığı, görsel öğelerin kalitesiz ve hatalı olduğu, kullanılan öğelerin birbirleriyle uyumsuz olduğu bulunmuştur. Farklı araştırma sonuçlarının birbirleriyle tutarlı olduğu görülmektedir.


Sayfa tasarımında anlam bütünlüğü sağlanmamış, sayfa içi boşluklar, yazı blokları ve karşılıklı sayfalar etkili düzenlenmemiştir. Özellikle sıkça yapılan ve tek satırlı paragraflar görsel bütünlüğü bozmuştur. Hece bölmeleri ve tutarsız boşluklara yer verilmiştir. Kenar boşlukları, görsel öğelerin yerleştirilmesi ve yazı alanı kullanımında bütünlük sağlanmamıştır. araştırmalarda benzer sonuçlara ulaşılmıştır.

Bu araştırma sonuçlarına göre ders kitaplarında sayfa tasarımının etkili olmadığı ve aynı sorunların varlığı ortaya çıkmıştır. Bu sonuçlar gösteriyor ki ders kitaplarıyla ilgili mesaj tasarım sorunları zaman içerisinde süre gelmiş, sorunun çözümüne yönelik önemli adımlar atılmamış, aynı sorunlar farklı zamanlarda ve farklı ders kitaplarında devam etmiştir

Ders kitapları

Ders kitapları
Ders kitapları, bir ders için kullanılan ve o ders için süreç içinde gelişmesine, o dersin bilgi ve uygulamalarında rol oynayan temel araçlardır. Ders kitaplarının nitelikleri, eğitim ve öğretim uygulamalarının verimliliğinde etkili, belirleyici özellikler taşır.

Ders kitapları nasıl olmalıdır? Ders kitaplarını kimler yazsın? Ders kitaplarını kim bassın? Bakanlık mı, özel yayınevleri mi bassın? Ders kitapları eğitim programının temel unsurlarından biridir. Eğitim programı ile öğrenci arasındaki köprünün en önemli ayağıdır. Öğretimde öğretmenin gücünü daha iyi kullanmasına, öğretmek istediklerini daha sistematik bir şekilde vermesine öğrencinin de öğretmenin anlattıklarını, istediği zaman istediği yerde ve istediği tempoda tekrar etmesine olanak veren temel materyallerdir.

Eğitimbilimciler, çocukların öğrenmelerinde görsel yolun, etkin öğrenme yollarından biri olduğunu belirtirler. Eğitim açısından bakıldığında; çocuklara okutulan ders kitaplarında resimleme (illüstrasyon), tipografi ve iç sayfaları oluşturan bölümlerdeki görsel düzenlemelerde problemler gözlemlenmektedir. Ders kitaplarında görsel düzeni oluşturan ve önemsenmesi gereken en önemli elemanlardan biri resimlemelerdir. Son yıllarda ülkemizde yazılı ders kitaplarındaki resimlemelerin, haritalar vb. görsel elemanların yerleşim düzeni, verilen bilginin kavranması bakımından etkisi, araştırmacılar tarafından incelenmiştir. Başarılı resimlemeler öğrenmeyi çabuklaştırırken, kötü resimlemeler öğrenciyi kitaptan uzaklaştırmaktadır. 

YÖK ilk kez 2001-2002 öğretim yılında okutulmak üzere öğretmen yetiştiren kurum programlarının tümüne “Konu Alanı Ders Kitaplarının İncelenmesi” isimli bir ders koymuştur. Koyulan bu dersin gereği olarak öğretmen adayları, mesleğe başlamadan önce ileride kullanacağı tüm ders kitaplarıyla yüz yüze gelecek hem de bu ders kitaplarının olumlu yada olumsuz yönlerini eleştirme becerisini kazanacaklardır. Bu yolla yetişecek her öğretmen öğrencisi için en uygun kitabı seçme şansına sahip olacaktır. O halde öğretmen yetiştiren kurumlarda okuyan öğrencilere bu beceriler nasıl kazandırılacaktır? Sorusu akla gelmiştir. Özellikle MEB tarafından onaylanmış-tavsiye edilmiş ders kitaplarının ve öğretim programlarının eleştirel bir bakış açısı ile incelenmesi; kitapların içerik, dil, öğrenci seviyesine uygunluk, format, çekicilik, anlamlı öğrenmeye katkısı, öğretimde kullanım kolaylığı v.b. açılardan incelenmesini gerektirmektedir.


Yüksek Öğretim Kurumu Eğitim Fakülteleri Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümlerinin Resim Öğretmenliği Ana Bilim Dallarında okutulmakta olan “Özel Öğretim Yöntemleri” adlı dersin içeriğinde yer alan “Konu Alanı Ders Kitabı İncelemesi “ adlı dersin tanımında piyasadaki mevcut sanat eğitimi kitaplarının tanıtılması ve bu kitapların belirli ölçütlere göre değerlendirmeye tabi tutulmasının gerekliliği üzerinde durmuştur. Ancak mevcut kitapların nasıl değerlendirileceği ya da ideal bir ders kitabının biçim, içerik, kullanışlılık, v.s. bakımından nasıl olması gerektiği konusunda hemen hemen hiçbir çalışma yoktur. Ayrıca, ilk ve orta öğretimde gerekse yüksek öğretimde sanat eğitimine yönelik kitap yok denecek kadar azdır.

İlk Ders Kitabını Kim Yazmıştır?

İlk Ders Kitabını Kim Yazmıştır?
İlk ders kitabını Willam James yazdı. James, Harvard Üniversitesi’nde profesör oldu. William James on iki yıl boyunca Psikolojinin Prensipleri, adında ki kitabı üzerinde çalıştı. 1890 yılında yayınlanan bu kitap, bugün psikoloji ders kitaplarında yer alan konuların neredeyse tümünü ele alır. Öğrenmek, duyum, bellek, muhakeme, dikkat, duygular, bilinç ve heyecanlar hakkında devrim niteliğinde bir teori.

Örneğin, öfkeden kudurmuş kurttan kaçarken neden korkarsınız? Kızgın kurdun sizi korkutarak kaçmanıza sebep olduğunu söyleyebilirsiniz. Fakat James bu şekilde düşünmüyor; ona göre kaçma eylemi beyninizin korku olarak yorumladığı belli psikolojik tepkilere yol açıyor, yani kaçtığınız için korkuyorsunuz. James’in, heyecanların fizyolojik değişiklikler yüzünden ortaya çıktığını savunur.

Zihinsel faaliyetlerin temel bileşenlerden meydana geldiğini düşünen Wundt’un aksine James; zihinsel faaliyetleri, insanların hayatta kalmasına yardımcı olmak gibi uyumsal işlevleri yüzünden, yüzyıllar süren bir evrimin ürünü olarak görür. James zihnin hedef, amaç ve işlevleri ile ilgileniyordu, bu yaklaşıma da işlevselcilik denildi.

İşlevselcilik, bilincin yapısı yerine işlevini inceler, zihnimizin değişen çevre şartlarına nasıl uyum sağladığıyla ilgilenir.James’in bazı düşünceleri günümüzde müstakil birer çalışma alanı oldu. James ayrıca psikoloji prensiplerini eğitime uyarlamak için bazı yöntemler önermiştir ki bunların eğitim psikolojisi üzerinde önemli etkileri olmuştur. Bu sebeplerden dolayı James, modern psikolojinin babası olarak kabul edilmektedir.


James’in Wundt’un yapısal yaklaşımına itiraz ettiğine ve psikolojiyi zihnin nasıl çalıştığını ve sürekli değişen dünyamıza nasıl uyum sağladığını incelemeye yönelttiğine dikkat edin. James’in Wundt’un yapısalcılığını eleştirdiği sıralarda, Wundt’a itiraz etmek için gerekçeleri olduğunu düşünen bir grup daha bulunuyordu; bu grubun adı Gestalt psikologlarıydı.

İLK DERS KİTAPLARI

İLK DERS KİTAPLARI
Tevhid’i Tedrisat Kanunu’ndan sonra Maarif Vekâleti tarafından okullarda okutulacak ders kiatapları için iki genelge yayımlamıştır. 28 Eylül 1340 (1924) tarihinde yayımlanmış olan genelge ile “ Maarif Vekâleti Tarafından -1340-1341 Seney-i Dersiyesi İçün – İstanbul Vilayeti de Dâhil Olmak Üzere Bütün İlk Mekteplerin İptidai Kısımlarında Tedrisi Kabul Edilen Kitaplar” başlığı altında  ilkokullarda okutulmasına izin verilen ders kitaplarının listesi belirlenmiştir. 

27 Eylül 1340 (1924) tarihligenlege ilede“TürkiyeCumhuriyetiDâhilindekiLiselerde -1340-1341Seney-iDersiyesiEsnasında Okutulması Maarif Vekâletince Kabul Edilen Kitaplar” başlığı altında da ortaokullarda okutulmasına izin verilen ders kitaplarının listesi yayımlanarak İl Milli Eğitim Müdürlükleri aracılığıyla tüm okullara bildirilmiştir. Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin okullarında okutulmasına izin verilen bu ilk ders kitaplarının tam bir listesi günümüze kadar hiçbir kaynakta yer almamıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında okutulmuş olan ders kitaplarındaki bilgiler daha çok günümze dek kalabilen ya da elde edilebilen kitapların iç kapaklarındaki bilgiler ile bu dönemin öğrenci e öğretmenlerinin anılarına dayanmaktadır.
 

Ayrıca her eğitim-öğretim yılında bu listelerin yenilendiği düşünüldüğünde, bunların bir bölümünün 1924’ten sonra yayımlandıkları ve söz konusu listelere dahil edildikleri anlaşılmaktadır. Özel arşivlerden sahaflara geçtiği anlaşılan iki ayrı belgeye dayalı olarak elde edilen bu liste ile Türkiye Cumhuriyeti’nin okullarında okutulmasına izin verilen ilk ders kitaplarının seçiminde, dağıtımında ve kullanımında gözetilen asların neler olduğu ortaya çıkarılmıştır.

DERS KİTABI

DERS KİTABI
Çalımada elde dilen bulgular yayınevlerinin metin türlerinin da ılımı açısından yeterince titiz davranmadıklarını göstermektedir. Ancak bu de erlendirme sadece sayısal veriler anlamında de erlendirilmelidir. Metinlerin içeri i hakkında böyle bir yargıya varmak ayrı bir çalıma yapmayı Uluslararası Sosyal Ara tırmalar Dergisi The Journal of International Social Research Volume 2 / 9 Fall 2009 - 451 - gerektirir. Bu çalıma farklı yayınevleri tarafından hazırlanmı olan ilkö retim ikinci kademe Türkçe kitaplarını türler açısından incelemeyi amaçlamıtır. Çalımadan elde edilen bulgular alanyazında yer alan önceki çalımaları tamamlar niteliktedir. Bu yüzden, bulgular benzer aratırmalardan elde edilen sonuçlarla birlikte de erlendirildi inde daha anlamlı bir hale gelmektedir. Aratırmadan elde edilen bulgular Türkçe ders kitaplarının hazırlanmasında gerekli özenin gösterilmedi ine dair iaretler taımaktadır. Türlerin dengeli da ıtılmaması, önemli türlere kitaplarda yer verilmemesi, ö renci seviyesinin göz ardı edilmesi, gerçek hayatın kitaplara aktarılamaması, metinlerin çok uzun oluu ve metinler arası okumaya önem verilmemesi balıca sorunlardır. Bu sorunların ço u tarafından iaret edilen sorunlarla örtümektedir.

Türlerin da ılımının kitaplarda farklılık oluturması kitapları okuyan ö renciler arasında farklı türlerle karılamaları açısından dengesizlik oluturmaktadır. Amaç kitaplara çok farklı sayıda tür koymak de il belli bir türü ö rencilere en iyi ekilde ö retmek olmalıdır. Bu konuda Ayta (2006) yazınsal türlerin ö retilmesindeki asıl amacın, ö renciye o türle ilgili yazılı ve sözlü uygulama yapabilme yeterlili i kazandırmak olması gerekti ini söylüyor.

Kitaplara alınan bazı metinlerde ö renci seviyesine uygunluk göz ardı edilmektedir. Çünkü MEB yayınlarının 7. Sınıf Türkçe kitabındaki “Son Kular” ve “Komusuzluk” adlı iki metnin Batu yayınları 8. Sınıf Türkçe kitabında da yer aldı ı görülmektedir. Yine MEB yayınlarının 6. Sınıf Türkçe kitabında yer alan “Mavisini Yitirmi Yaamak” adlı metne Batu yayınları 8. Sınıf Türkçe kitabında da rastlanmaktadır. Bu dengesizli in giderilmesi ö renci ve ö retmenler açısından kafa karııklı ını da giderecektir. Metinler kitap içerisine yerletirilirken zamanlama gerçek hayat koullarına uydurulmalıdır.

Örne in Pasifik yayınlarının 7. Sınıf Türkçe kitabını ele aldı ımızda bunu görmekteyiz. 5. tema olan Alıkanlıklar’da yer alan “Kendimizi Nasıl Gelitirebiliriz?” adlı metnin içeri ine bakıldı ında okulların açıldı ı ilk hafta ilenmesi uygun olacaktır. Çünkü metin okulların açılmasından bahsetmektedir. Fakat bu metin ö retmen kılavuz kitabındaki yıllık planda belirtildi i üzere 1-11 Nisan tarihleri arasında ilenmektedir. Türkçe kitaplarında çok uzun metinler yer almaktadır. Bu açıdan ö rencilerin seviyesi dikkate alınmalıdır. “13-15 ya grubu çocuklarına hitap eden eserlerdeki cümleler 7-10 kelimeden olumalıdır ve metinler anlamını bildikleri 700 kelimeyi amamalıdır.” (s. 42) demektedir. ürkçe kitaplarındaki metinlerden gere i gibi yararlanmak için metinlerin uzunlu unun ö rencilerin seviyelerine uygunlu u ile ilgili bir çalıma yapılabilir. masal, destan, efsane, fabl, hikâye, roman, biyografi, gezi yazısı, deneme, fıkra, sohbet, iir ve tiyatro gibi türlerin çocukların e itimdeki önemine vurgu yapmaktadır.

Bütün türlerden e itime katkıları yönüyle yararlanmak gerekir. Ayrıca metinlerin seçiminde türünün en güzel örnekleri olmasına dikkat edilirse ö rencide anadili bilinci olumasına ve onun okuma alıkanlı ı kazanmasına yardımcı olur. Programda metinler arası okumadan bahsedilmesine karılık bu konuyla ilgili yeterli sayıda etkinlik görülmemektedir. Ö rencinin karılatırma yapmasına ve eletirel düünmesine yardım eden bu etkinliklerin göz ardı edilmemesi gerekir. Yukarıdaki saptamalar ıı ında, Türkçe ö retmenleri kendi derslerinde metinlerin sıralamasında küçük de iiklikler yaparak sorunların bir kısmını çözebilirler. Okul yönetimleri de onlara bu süreçte yardımcı olmalı ve bu de iiklikler okuldaki tüm ö retmenler tarafından uygulanmalıdır.


Yayınevleri bu çalımanın ve di er çalımaların bulgularını dikkate alarak gerek kitapların yeni baskılarında gerekse yayınlayacakları yeni kitaplarda benzer sorunların tekrarından kaçınmalıdırlar. Bu konuda ö retmenler ve okul yönetimlerinin dönütleri de oldukça önemlidir. Ayrıca bu sorunlar Milli E itim Bakanlı ı Talim ve Terbiye Kurulu Bakanlı ının denetiminde en aza indirgenmeye çalıılmalıdır. Gerek bakanlık gerekse akademisyenler tarafından yapılacak yeni çalımalarla Türkçe ders kitaplarının daha kaliteli boyutlara getirilmesi önemlidir. Böylece anadili e itimimizin niteli i hızla arzu edilen düzeye ulaacaktır.

DERS KİTAPLARI NASIL OLMALI?

DERS KİTAPLARI NASIL OLMALI?
İdeal bir ders kitabının hazırlanması; ciddi bir ön hazırlık evresi yanında, geniş bir kaynakça taramasına, ilgili kişi ve kurumlarla temasa geçilmesine ve en önemlisi bu sürecin ehil kişilerce yürütülmesine bağlıdır. Sosyal bilgiler öğretim programları büyük ölçüde interdisipliner, tümdengelim ve yapılandırmacı bakış açısıyla şekillenmiştir. Böyle olmakla birlikte Sosyal Bilgiler ders kitapları, öğretim programlarının ruhunu tam olarak yansıtamamaktadır. 

Bu durumun ortaya çıkmasında ders kitabı hazırlayan ekibin (genellikle 3-4 kişiden oluşmaktadır) sosyal bilgiler içeriğini ve vizyonunu algılayamaması, editörlerin sosyal bilgiler öğretim programı ve disiplinleri hakkında yeterli bilgi ve deneyime sahip olmaması, alan uzmanlarının görüş ve deneyimlerinden yararlanılmaması, yayınevlerinin ekonomik gerekçelerle kitapların içeriklerine, sayfa sayılarına ve baskı kalitelerine müdahale etmeleri vb. gibi nedenler etkili olmaktadır.  Fiziksel, eğitsel, görsel ve dil-anlatım özellikleri açısından incelenen 6. Sınıf Sosyal Bilgiler ders kitabı (Altın Kitaplar) ideal bir ders kitabı olma niteliklerinden uzak bir görünüm arz etmektedir. Kitap, öğrenci hazırbulunuşluk düzeyini kısmen gözetmeye çalışsa da sınırlı sayıda yazarın, uzmanın ve danışmanın katkısı yeterli görülmemektedir. Feodal-Sanayi-Bilgi toplumu katmanlarının iç içe yaşadığı ülkemizde bütün öğrencilerin aynı hazırbulunuşluk düzeyinde olamayacağı sosyo-ekonomik-kültürel bir gerçektir.

Bu açıdan ders kitabı görecelik ilkesinden uzak görünmektedir. Söz konusu ders kitabı incelemeleri ve öğretmen, öğretmen adaylarıyla yapılan görüşmeler sonucunda; 6.sınıf Sosyal Bilgiler ders kitaplarında genel olarak öğrencilerin kitabı nasıl kullanacaklarını, kitap içeriğini vb. anlatan bir önsözün, ünite başlarında o ünitede nelerin öğretileceğinin belirtildiği kazanım ifadelerinin, ünite sonunda bir özet kısmının, kitap sonunda indeksin ve kullanışlı tarihi-coğrafi haritalardan oluşan küçük bir atlasın olmamasının, metin kısımlarında konu anlatımlarının yetersizliğinin vb. dikkat çeken eksiklikler olduğu görülmüştür.Bunlar yanında ölçme-değerlendirme boyutunda duyuşsal kazanımların yeterince ön planda olmaması; tablo, şekil, resim ve haritaların neyi ifade ettiklerinin bunlarınhemen altında veya üstünde yer almaması; kitabın başında “tablo-şekil ve haritalar listesi”nin olmaması da dikkat çeken eksikliklerdir. Değinilmesi gereken bir diğer nokta da ders kitaplarında “kavram öğretimi”nin yetersiz olmasıdır. Nitekim ünite başlarında verilen kavram şeması kazanımları tam olarak yansıtamamaktadır.

Böyle olmakla birlikte diğer sosyal bilgiler ders kitaplarında “kavram şeması” bölümüne rastlanmaması incelenen kitabın üstün yanlarındandır. Yine öğrencilerin yaşamlarından örnekler vermesi ve onlara bu yönde sorular sorması; konu sayılarının, yıllık ders saati ile orantılı olması; geçmiş ders kitaplarına göre öğrencilerden problemlerin belirlemesini, araştırma-inceleme, gözlem ve gerekirse deneyler yapmasını, bunlardan sonuçlar çıkarmasını ve bu sonuçlardan genellemeler yaparak çözümler öne sürmesini kısmen sağlaması kitabın olumlu özelliklerindendir.

Toplumu şekillendirme ve ülkeye yön verme vb. gibi misyonları olan sosyal bilimlerin ilkokul ve ortaokul ayağını oluşturan Sosyal Bilgiler ders kitabının nitelikli olması, ülke ve dünya gerçeklerini yansıtan bir görünüme kavuşması kaçınılmazdır. Böylesi bir kitap, akademik deneyimi olan ve öngörüsü yüksek bir ditör önderliğinde; alan uzmanları yanında dil, görsel, program geliştirme, ölçme-değerlendirme, ehberlik-gelişim uzmanlarının ve işin mutfağında olan sosyal bilgiler öğretmenlerinin katkılarıyla hazırlanabilir. Uzun soluklu eğitim-öğretim planlarının siyaseten sekteye uğratılmadan tavizsiz ürütülebilmesi, ideal ders kitaplarının ve eğitim-öğretim ortamının oluşmasında belirleyici bir etkendir. Bu çalışmada Sosyal Bilgiler ders kitaplarının nitelikli olması gerçeği, örnek bir inceleme ile vurgulanmaya çalışılmıştır. 

Ders Kitabı

Elde edilen sonuçlar çerçevesinde mevcut kitapların ideal bir Sosyal Bilgiler ders kitabına dönüşebilmesi için ülkemizdeki ve diğer ülkelerdeki kitaplardan, sosyal bilgiler öğretmenleri ve öğretmen adaylarının görüşlerinden yararlanarak önerilerde bulunulmuştur. Sözü geçen önerilerden dikkat çekenler şöyledir: Ünite başlarında “Bu ünitede neler öğreneceğiz?” ve “Nasıl çalışmalıyız?”bölümleri istisnasız bütün Sosyal Bilgiler ders kitaplarında yer almalıdır. Kitabın başında “tablo-şekil ve haritalar listesi” yer almalı, metin içerisindeki şekil, tablo ve resimlerin altına neyi ifade ettikleri yazılmalı ve numara verilmelidir. Sözlük içerik olarak zenginleştirilmeli, biyografik ve ansiklopedik bölümlerle zenginleştirilmelidir. Sözlüğe ek olarak coğrafi, ekonomik vb. terimlerin kitap sonunda yer alması gereklidir. Duyuşsal kazanımların ön planda olabilmesi için etkinliklerin öğrencinin yaşamına yönelik olarak hazırlanması gerekmektedir.

Ders kitabının öğretmenin en önemli yardımcısı olduğundan hareketle bu tür çalışmaların derinleşerek artması temennimizdir. Bu çerçevede, Milli Eğitim Bakanlığı, ivedilikle ilgili akademisyenlerin, uzmanların ve öğretmenlerin eşgüdümünü ve işbirliğini sağlamalıdır. 

Kahvedeki Antioksidanlar Nelerdir?

Kahvedeki Antioksidanlar Nelerdir?
Eğer biri yolda durup kahve sevenlerden ellerini kaldırmalarını isterse, birçok kişi elini kaldıracaktır. Biz sabahları kahve bağımlıları, kahve tanelerini keşfedenlere çok şey borçluyuz. Sabahlara kahve olmadan başlama düşüncesi korkunç!

Bugün kahve çekirdeklerinin Etiyopya’ dan gelip, Araplar tarafından dünyanın geri kalanına dağıtıldığını biliyoruz. Bilmediğimiz şey ise kahvenin içinde bulunan antioksidanlardır. Antik dünyada kahvenin mistik güçleri olduğuna inanılıyordu. Son araştırmalarda kahvenin sağlığa yararlı olduğu desteklenmiştir. Çayda bulunandan dört kat fazla antioksidan içerdiği söylenir. Çalışmalar ayrıca kahvenin yeşil çay ve kakaodan daha fazla antioksidan içerdiğini göstermektedir. Ancak sağlık uzmanları bu lezzetin günde 2-3 fincandan fazla içilmemesi gerektiğini söylüyor.

Peki kahvenin içindeki antioksidanlar nelerdir? Kahvedeki antioksidanlara “polifenol”denir. Ayrıca, flavonoidler, proantosiyanidinler, stilbenler, lignin, sinamik asit, kumarinler, lignanlar ve benzoik asitleri içerir. Kahvede ayrıca yüksek seviyede klorojenik asit ve kafeik asit denen güçlü bileşenler vardır. Birçok kişi için kahve bu antioksidanların tek kaynağıdır. Kinolonlar denen başka bir antioksidan grubu, vücudun insüline yanıtını arttırarak şeker hastalarına yardımcı oluyor. Kahvede ayrıca tokoferol ve magnezyum gibi minerallerden bol miktarda bulunur ve bunlar glikoz metabolizmasına yardımcı olur. Trigonellin kahveye acımsı tadını, aromasını ve kokusunu veren başka bir antioksidan olup aynı zamanda antibakteriyal ve diş çürüklerini önler. Kahvenin içindeki antioksidanlar sayısızdır. Diğer bir iyi haber ise kahve çekirdekleri kavrulduğunda antioksidan etkinlikleri artar. Eğer kahvenizin antioksidan etkinliğini arttırmak istiyorsanız, kahve çekirdeklerinizi uzun süre kavurun.

-Karaciğer kanseri riskini neredeyse yarıya indirir.

-Kahvedeki antioksidan bileşikler alzhaimer, parkinson ve tip 2 diyabet gibi birçok hastalık için yararlıdır.

-Beyin ve sinir sistemini uyararak uyanıklık ve zihinsel aktiviteyi arttırır.

-Bazı insanlar baş ağrısını geçirmek ve konsantrasyonu arttırmak için kahve içerler

-Bazı çalışmalar depresyon geliştirme eğilimini azaltmaya yardımcı olduğunu iddia ediyor.

-Kahve içmek ayrıca safra taşı riskini azaltır ve inmeyi önler.

-Kahve aynı zamanda karaciğer performansını artırmaya yardımcı olur, bu karaciğer sirozunu önler

-Kahve ayrıca mide ekşimesi ve osteoporoz ile başa çıkmak için faydalıdır.


Bu yüzden ister italyan ister irlanda isterse organik veya dondurulmuş olsun, en sevdiğiniz kahveyi bir fincana doldurun ve bir kupa dolusu antioksidanı eşşiz kahve kokusu eşliğinde için. Antioksidanlarla vücudunuzu toksinlerden arındırın.

Nasıl Güneşlenmek Doğrudur?

Nasıl Güneşlenmek Doğrudur?
Yaz ayların gelmesi ile kışın yorgunluğunu atmak, deniz ve güneşten faydalanmak için fırsat bekleyenler, bronz bir tene sahip olmak için, uzun süre güneş altında kalanlar. Geçmişte bronz bir tene sahibi olmak estetik ve sağlıklı bir vücudu ifade ederken, artık gelecekte meydana gelecek cilt kanseri riskini anımsatmaktadır. Bronzlaşmak için uzun süre güneş altında kalmak cilt kanseri, vücut lekeleri, deride kırışma ve erken yaşlanma etkileri meydana getirmektedir.

Her insanın D vitamini için, güneşe ihtiyacı olduğunu unutmadan doğru bir şekilde nasıl güneşlenebiliriz ona bakalım: İnsanın D vitamini ihtiyacını karşılamada güneş en önemli etkendir. Fakat bunun için saatlerce güneş altında kalmak gerekmiyor. Her gün 15-20 dakika güneşlenmek ihtiyacın karşılanması için yeterlidir. Ayrıca koruyucu bakım kremleri güneş ile sağlanan D vitamini sentezinin oluşmasına engel değildir. Güneşin en etkili olduğu 10:00 – 16:00 saatleri arası direk güneşten sakınacak aktiviteler yapmak ve gerekmedikçe güneşe çıkmamak en doğrusudur. Güneşten korunmak için mutlaka koruyucu bakım ürünleri kullanmak gerekmektedir. Güneşten yayılan ultraviyole ışınlar insan sağlığında meydana gelecek cilt kanseri, deri lekeleri, cilt kırışıkları gibi bir çok rahatsızlığa sebep olmaktadır. Ülkemizde kullanacağımız bakım ürünlerinin en az SPF 30 koruma faktörlü olması gerekmektedir.

İnsan hayatı boyunca maruz kalacağı UV ışınlarının %80’ninin 18 yaşının altında alır. Bu nedenle çocukların Güneşin UV ışınlarından korunmasına daha fazla önem vermek gerekmektedir. Çocukluk döneminde sağlanacak yeterli koruma ileride oluşabilecek cilt kanseri riskini azaltmaktadır. Açık tenlilerin güneş ışınlarından etkilenmesi daha fazla olmaktadır. Güneş yanığı riski açık tenlilerde koyu tenlilere nazaran daha fazladır. Güneş yanığı sonrası oluşabilecek cilt lekeleri ileride cilt kanserinin habercisi olabilir. Güneş sadece teninize değil saçlarınıza da zarar vermektedir. Bu nedenle özellikle tuzlu suya girilmişse mutlaka saçlar tatlı su ile yıkanmalı ve güneşin zararlı etkilerine karşı şapka kullanılmalıdır. Sadece direk güneş altında değil, şemsiye altında yada gölgedeyken de UV ışınları kum, beton, su yüzeyi gibi yerlerden yansıyarak bize ulaşabilir. Bu nedenle gölgede de koruyucu krem kullanmaya önem göstermek gerekmektedir.

Güneş kremi seçilirken en az SPF 30 koruma faktörlü, UVB ve UVA etkili, tere ve suya dayanıklı ürünler olması tercih edilmelidir. Güneş kremini 2 saatte bir tekrar uygulamakta fayda olduğu gibi suya girdikten sonrada tekrar uygulamak gerekmektedir. Koruyucu kremler UV etkisini azaltır ama tamamen önlemez bu nedenle koruyucu ürün kullanıyorum diyerek daha fazla güneş altında kalmak korunma açısından etkili değildir.Gölgede durmak ve güneş ışınlarının direk etkisinden koruyacak giysiler giymek UV ışınlarının etkisini azaltır. Suya girmek serinlik hissi verse de güneşin zararlı etkilerinden korunmak için bir yöntem değildir. Sadece açık havada ve güneş altında UV ışınların maruz kalmayız. Kapalı ve bulutlu havalarda da Güneşin yaydığı ultraviyole ışınlar bize ulaşır.


Doğru bir güneşlenme; güneş ışığının direk bir açıdan gelmediği saatlerde, koruyucu bakım ürünleri kullanılarak ve ilk gün 15 dakika ve sonrasında yavaş yavaş güneşte kalma süresi uzatılarak yapılmalıdır. Çocukları güneşin zararlı etkilerinden korumak sağlıklı yaşamalarını sağlamaktır.

Demir Emilimini Engelleyen Yiyecekler Nelerdir?

Demir Emilimini Engelleyen Yiyecekler Nelerdir?
İçlerinde bulunan bazı bileşenler nedeniyle, demir emilimini olumsuz etkileyen besinler bulunmaktadır. Besinlerle aldığımız demirin hem ve non-hem olmak üzere iki formu vardır. Bu iki formdan hem demir vücudumuz tarafından daha kolay emilir. Et, balık, tavuk ve deniz ürünlerinde bulunur. Öte yandan tam tahıllar, baklagiller, yeşil yapraklı sebzeler, fındık ve tohum gibi bitki bazlı gıdalar ise, hem-olmayan demirin başlıca kaynaklarıdır.

Demir, oksijenin taşınması da dahil olmak üzere vücutta birçok önemli rol oynar. Bu nedenle diyetimize demirden zengin besinleri de dahil etmemiz çok önemlidir. Ancak, vücudumuz tükettiğimiz besinlerdeki demirin yalnızca bir kısmını emer. Demir emilimini en çok etkileyen nokta vücudumuzda o anda depolanmış olan demir miktarıdır. Karaciğer, dalak ve kemik iliğinde zaten depolanmış olan demir büyük bir miktarda ise vücudumuz daha az demir emer. Bunun dışında, demir emilimine olumsuz etkisi olan bazı gıdalar bulunur. Bu değerli mineralin emilimini azaltabilen bu gıdalara bir göz atalım.

*Kalsiyumdan zengin gıdalar: Kalsiyum demirin iki formunun da emilimini engelleyebilir. Süt, yoğurt, peynir, somon, sardalye, soya peyniri, incir ve şalgam demir emilimini etkileyebilen kalsiyum yönünden zengin besinlerden bazılarıdır. 50 mg ya da daha az kalsiyum demir emilimi üzerinde önemsiz bir etkiye sahipken, 300- 600 mg kalsiyum alımı demir emilimini önemli ölçüde engelleyebilir.

Ancak balık ve incir gibi kalsiyum yönünden zengin bazı besinler, aynı zamanda önemli demir kaynaklarıdır. Balık, vücudumuz tarafından kolayca emilen hem demiri içerir. Ayrıca, kalsiyum sağlıklı kemikler ve dişler için gerekli önemli bir mineraldir. Bu nedenle, bu gıdalar demir düzeyini artırmak için tamamen göz ardı edilmemelidir. Bunun yerine süt ve yoğurt gibi kalsiyumdan zengin bazı besinlere kısıtlama getirebilirsiniz.

*Fosfordan zengin gıdalar: Kalsiyum da fosfor gibi kemik sağlığını korumak için çok önemlidir. Ancak non-hem demirin emilimini olumsuz etkileyebilir. Fosfor ağırlıklı olarak et, tavuk, balık, süt ürünleri, tam tahıllar, fındık ve baklagillerde bulunur. Ancak, et, balık ve tavuk mükemmel hem demiri kaynaklarıdır ve eğer demir düzeyinizi arttırmaya çalışıyorsanız mutlaka diyetinizde bulunmalıdırlar. Bunların bağırsaktan emilimini kolaylaştırmak için C vitamini açısından zengin gıdalar ile birlikte alabilirsiniz.

*Fitat içeren gıdalar: Tam tahıllar ve baklagiller non-hem demir emilimini olumsuz etkileyen, fitat denilen bileşikler içerir. Tam tahıllar ve baklagiller dışında bu bileşik fındık, tohumlar, ekmek, pirinç, bezelye, tahıl ve soya ürünlerinde bulunabilir. Tam tahıllar ve baklagiller gibi fitat içeren gıdalar aynı zamanda non-hem demirin çok önemli kaynaklarıdır. Yani tüketimleri aynı zamanda demir alımını da arttırdığı için çok önemli bir eksikliğe neden olmaz.

*Çay ve kahve: Kahve ve çay da “tanen” adı verilen bir bileşiğin varlığı nedeniyle, demir emilimini bozabilir. Tanen polifenollerin bir türüdür ve demir emilimini, özellikle heme-olmayan demir üzerinde güçlü inhibitör etkisi vardır. Çay ve kahveden başka tanen içeren diğer içecekler kırmızı şarap, elma suyu ve biradır. Ancak demirden zengin bir yemekten iki saat önce ve sonrasına kadar bu içecekleri içmeyerek onların inhibitör etkilerinden kurtulabilirsiniz.

*Okzalat içeren gıdalar: Oksalat vücutta demir emilimini azaltan bir okzalik asit tuzu ya da esteridir. Ispanak non-hem demir açısından çok zengindir ancak okzalatlar içerir. Bu ıspanakta çok fazla demir olmasına rağmen neden emilmediğini açıklar. Ancak okzalatların etkilerini et ve portakal, brokoli gibi C vitamini yönünden zengin gıdalar ile birlikte tüketerek engelleyebilirsiniz. Ispanağa ek olarak oksalatlar pancar, lahana, çay, çikolata, ravent, fesleğen, maydanoz ve kekikte de bulunabilir.

*Demir emilimini arttıran gıdalar:Vücuttaki demir emilimini arttıran çeşitli besinler bulunur. Bu besinler bu önemli mineralin emilimini, inhibe eden bileşiklerin etkilerine karşı koruyucudur. C vitamininin her iki demir formunu da arttırdığı görülmüştür. C vitamini narenciye, kivi, çilek, biber, brokoli, karnabahar, Brüksel lahanası ve hardal gibi koyu ve yeşil yapraklı sebzelerde bulunur. C vitamini ayrıca et, balık ve kümes hayvanları gibi hayvansal proteinlerden demir emilimini artırabilir.


Maksimum demir emilimini sağlamak için, demir yönünden zengin besinler içeren ve bu mineralin emilimini teşvik eden gıdaları birlikte tüketin. Özetle, demir dahil olmak üzere tüm hayati mineralleri gerekli miktarda almak için dengeli bir diyet yapın.

Oksitosin Seviyemizi Nasıl Arttırırız?

Oksitosin Seviyemizi Nasıl Arttırırız?
Oksitosin, erişkinlerin rahatlamasını sağlayan bir hormondur. Artmış oksitosin düzeyleri ayrıca ilişkinizdeki güvenin artması ve bağlanmayla da ilişkilidir. Eğer hoşlandığınız kişi yanınızdan geçtiğinde kalbinizin deli gibi atmasının sebebinin “Erosun aşk oku”nun size çarpması olduğunu düşünüyorsanız tamamen yanılıyorsunuz. Erosun işini elinden almak gibi bir niyetim olmasa da, bilim adamları ve araştırmacılar bunun nedeninin aşk hormonu “oksitosin” olduğunu düşünüyor.

Oksitosin, rahatlama ve kan basıncını düşürmeye yardımcı olan anti-anksiyete etkileri olan bir nörohipofiziyal hormondur. Ağrı eşiğini yükseltir aynı zamanda büyümeyi ve iyileşmeyi teşvik eder. Sosyal etkileşim ve iletişimde güven duygusu sağlar. Oksitosin hormonu bir çok dokunma, koku ve ses ile aktifleşerek salgılanır. Başkalarına iyilik yapmak gibi psikolojik faktörlerde oksitosin seviyelerini arttırır.

Oksitosin kelimesi “hızlı doğum” anlamına gelen Yunanca kelime oxys ve tokos kelimelerinden türetilmiştir. Bunun nedeni oksitosin hormonunun doğum sırasında vajina ve serviks genişlemesine yardımcı olmasıdır. Oksitosin yalnızca doğumu kolaylaştırmada yardımcı değil, aynı zamanda anne yeni doğan arasındaki bağı sağlar. Son zamanlarda yapılan araştırmalar göstermiştir ki yalnızca anne ile bebek arasındaki bağı değil, sosyal ilişkilerde ve partnerlerle olan bağı da sağlayan oksitosin hormonudur. Kişinin içindeki güven ve cömertlik duygusunu açığa çıkarır. Yani vücudunuzdaki oksitosini arttırmak partnerinizle bağlanmanızı, daha iyi bir sevgili daha iyi bir ebeveyn olmanızı ve daha mutlu olmanızı sağlar. Etkilerini görmek için yapılan sayısız araştırmanın sonucuna göre oksitosin hormonu bunları gerçekten yapabilir. İşte size oksitosin seviyelerini arttıran etkenler;

Sarılmak ve el ele tutuşmak: Çiftler sarılarak, el ele tutuşarak oksitosin seviyelerini arttırabilirler. Her yakın temasta bu mucizevi hormonun salınışı artar. Bu sadece rahatlamanızı değil partnerinizle bağ kurmanızı da sağlar. Şimdi sahilde sevgilinizle el ele yaptığınız romantik yürüyüşlerin neden bu kadar huzurlu olduğunu biliyorsunuz.

Masaj yaptırmak: Dokunmanın oksitosin seviyelerini arttırdığını artık biliyoruz, bunu sağlamak için rahatlatıcı diğer bir yol ise masaj yaptırmaktır. Sadece vücudunuzu ve zihninizi sakinleştirmekle kalmıyor aynı zamanda tüm stressinizi de uzaklaştırıyor.

Hayal kurmak: Oksitosin seviyelerini arttıran tek şey fiziksel temas değildir. Kuzey Carolina Üniversitesi’ndeki araştırmacılar evli kadınların kocalarını düşündüklerinde hızla oksitosin salgıladıklarını tespit etti.

Eğlenceli aktiviteler yapmak: Sevdiğiniz bir aktiviteyi yapmak, ister dans etmek olsun ister karaoke yapmak oksitosin seviyenizi arttırır. Eşinizle birlikte Bungee jumping yapmak yada bir roller coastera binmek gibi en heyecan verici aktiviteler bile oksitosin seviyenizi arttırır ve olağanüstü güçlü bir bağ kurmanıza yardımcı olur.

Egzersiz: Tempolu yürüyüş, yüzme ve diğer fiziksel aktiviteler vücuttaki oksitosin düzeylerini artırmak için iyi çalışır. Yoga da oksitosini artırmak için harika bir yoldur. Basit meditasyon ve nefes egzersizleri de aynı sonucu almanıza yardımcı olur.

Evcil hayvanlar: Her evcil hayvan sahibinin bildiği gibi evcil hayvanınıza sarılmak onunla oynamak çok rahatlatıcı ve sakinleştiricidir. Artık bunun nedenini biliyorsunuz. Evcil hayvanınıza dokunmak, tüylerini okşamak ve onunla oynamak oksitosin seviyenizi arttırır.


Arkadaşlar: İyilik yapmak, arkadaşlarınıza ve ailenize hediyeler vermek oksitosin seviyenizi arttırır ve çok iyi hissetmenizi sağlar. Bazen sadece bir arkadaşınızı arayıp, onunla konuşmanız bile oksitosin seviyenizi arttırabilir.

Sosyal medya: Her ne kadar sosyal medyanın birebir iletişimi öldürdüğü söylense de Facebook ve Twitter’ ın insanlar üzerine etkilerini inceleyen araştırmacılar öyle düşünmüyor. Sosyal medya aracılığı ile iletişim kurmak da oksitosin seviyesini arttırabiliyor. Birebir iletişim her ne kadar daha güzel olsa da sosyal medya da oksitosin seviyenizi arttırmayı sağlıyor.

Tanıdık deneyimler: Yeni pişmiş kurabiye kokusu, sabahları kuş cıvıltılarıyla uyanmak, ailenizle güneşin batışını izlemek oksitosin seviyenizi arttıran kokular, sesler ve görüntülerdendir. Bu rahatlatıcı düşünce ve anılar zihninizi rahatlatır ve stresten uzak tutar.

Müzik dinlemek, iyi bir yemek yemek gibi bazı diğer faktörlerde oksitosin seviyenizi arttırır. Sarılmak, el ele tutuşmak ve öpüşmek gibi temas sağlayan faktörler oksitosini en çok arttıran şeylerdir. Bu sadece çiftlere özgü değildir. Bir anne- babanın bebeklerine sarılmaları da oksitosini arttırır. Aynı zamanda aileyi bir araya getirir, ilişkilerini güçlendirir. Daha mutlu ve bir arada bir aile ortamı sağlar. Stresten uzaklaştırır. ve sakinleşmenizi sağlar. Oksitosin seviyenizi yükseltecek ufak ip uçlarımızı kullanın böylece daha sakin ve sosyal bir hayat kurun.

Gelincik Nasıl Bir Hayvandır?

Gelincik Nasıl Bir Hayvandır?
Özellikle Avrupa ve Amerika’da yaygın olarak yaşayan, küçük yapılı ve kendinden küçük böcekleri, kemirgenleri ve sürüngenleri avlayarak beslenen bir canlı türüdür. Boyutları ortalama olarak 15 cm. ile 20 cm. arasında değişiklik göstermektedir. Ortalama ömürleri 10 yıl kadardır. Yaşam alanlarına bağlı olarak türlerinde değişiklikler görülmektedir. En yaygın olarak görülen türleri, uzun kuyruklu, kısa kuyruklu, avcı ve kokulu gelincik olarak sayılabilmektedir.

Vücut yapısı, ince ve uzundur. Genellikle kırmızı ve kahverengi sırt tüyleri ile beyaz karın altı tüylerine sahiptir. Yakaladığı küçük kuşları, kümes hayvanlarını, fareleri, yılanları, tavşanları ve küçük yapıdaki diğer canlıları avlayarak hayatını sürdürmektedir. Kendisinden küçük boyutlarda ki canlıları boyunlarından ısırarak öldürmektedir. Kendisinden çok büyük yapıya sahip olan canlıları da kolaylıkla öldürebildiği görülmüştür. Özellikle kırsal kesimlerde ki kümes hayvanlarına saldırması ve önlem alınmazsa bir kümesteki bütün canlıları yok etmesinden dolayı köylerde tavuk hırsızı diye de adlandırılmaktadır. Kendisine ait depoları bulunmaktadır. Avladığı canlıları buralara saklayarak av konusunda sıkıntı çektiği zamanlarda stoklarındaki besinlerle beslenirler. Tarlalarda yaşayan farelerin en büyük düşmanlarının başında gelmektedir ve fare nüfusunun aşırı hızlı bir şekilde artmasına engel olmaktadır. Suda yüzebilmekte ve ağaçlara da tırmanabilmektedir. Ağaçlara tırmanma özelliği sayesinde ağaç tepelerinde ki kuş yumurtalarını da yiyebilmektedir. Gelincikler özellikle gece avlanmayı daha çok sevmektedirler.

Mart ayında çiftleşmektedirler. 6 hafta süren gebelik döneminden sonra, 6 veya 7 tane yavru doğururlar. İlk doğduklarında yavruların üzerinde tüy bulunmamaktadır. 2 haftalık olduklarında, vücutları bembeyaz bir tüy ile kaplanmaktadır. Yetişkin boya erişen gelincikler, özellikle de soğuk bölgelerde yaşayanlar yazın kahverengi tüylerle kaplıdırlar ve kışa girerken ortama ayak uydurmalarını ve karlı bölgelerde avlanırken gizlenmelerini sağlayan beyaz tüylere kavuşurlar.


Gelincikleri en büyük düşmanları olarak, atmaca, şahin, baykuş ve insanlardır. Özellikle insanlar gelinciklerin doğadaki kemirgen artışını denge de tuttuğunu bilmeden kümeslere dadanan gelincikleri öldürmektedir ve farkında olmadan doğaya büyük zararlar vermektedir.

Sağlıksız Yiyecekler Neden Lezzetlidir?

Sağlıksız Yiyecekler Neden Lezzetlidir?
Hiç merak ettiniz mi neden en lezzetli yiyecekler sağlıksız olarak adlandırılıyor? Brokoli, lahana, ıspanak, brüksel lahanası sağlıklı kabul ediliyor çünkü vitaminler, mineraller, lifler ve bunların kombinasyonlarıyla dolu olduklarından adeta bir diyetisyenin rüyası gibiler. Öbür yandan sevdiğimiz yiyecekler hamburger, patates kızartması, tatlılar ve hatta kırmızı et sağlıksız kabul ediliyor.

Diyetisyenlerin “abur cubur” olarak adlandırdıkları bu gıdaları çok aşırıya kaçmadan, haftada birden fazla tüketilmemeleri gerekmektedir. Eminim sizde bunun nedenini merak ediyorsunuzdur? Bunun cevabı lezzetli yiyeceklerin yağ, tuz ve şekerden zengin olmalarıdır ve bizim damak tadımızın onları sevmesinin nedeni onları sevmek için gelişmiş olmasıdır. Atalarımız bizim yaşadığımız gibi refah içinde yaşamıyordu ve bu üç şey çok bol değildi. Bu yüzden tarih öncesi insanlar bu tadların değerini biliyorlardı.

Yağdan zengin yiyecekler: Patates kızartması, hamburgerler, milkshake, salam, dondurma, pizza, sucuk gibi yağ açısından zengin yiyecekler koca bir liste olur ve biz bunların hepsini çok severiz. Bu yiyecekler enerji depolarlar. Yağlı yiyecekler kaloriden zengindir, karbonhidratların iki katı enerji içerirler. Sindirimleri uzun sürdüğü için vücudumuz onları yeterli yiyecek olmadığı zamanlar için saklamayı seviyor. Atalarımızın beslenme düzenleri çok düzensizdi. Örneğin bir mamut avladıklarında bir kaç gün bütün kabileye yetecek yiyecekleri oluyordu. Ancak bu çok nadir olurdu bu nedenle atalarımız gıda sıkıntısı olduğu dönemlerde yağ depolayarak ellerinden geldiği kadar enerji sağlayabilmek için geliştiler. Atalarımızın vücudu enerji depolayabilmek için ne kadar geliştiyse evrimsel olarak o kadar hayatta kalabiliyordu dolayısıyla beyinlerimiz ve damak tadımız yağlı yiyecekleri seviyor.

Şekerli yiyecekler: Pastalar, kurabiyeler, çikolatalar, dondurma, reçeller, kremalı bisküviler, şekerler gibi pek çok yiyecek şekerden zengindir. Vücudumuz için şeker, enerji demektir. Atalarımız olgun meyvelerin daha tatlı ve sindirimi kolay olduklarını keşfetti ve tatlı gıdaları saptamada birer uzman oldular. Pek çok bilim adamı tatlı tadın, zenginliğin bir işareti olduğunu düşünüyor. Bundan dolayı tatlı birşey yediğimizde beynimizdeki zevk reseptörleri aktif hale geçip , dopamin salgılamaya başlıyor hatta şekerin uyuşturucu benzeri bir etkisi olduğu düşünülüyor.

*Tuzlu yiyecekler: Cipsler, tuzlu krakerler, turşu, zeytin, peynir, salam, patlamış mısır, konserve etler ve paketlenmiş gıdalar aşırı miktarda tuz içerir. Etiketlerini okursanız tatlı tadı olan pek çok şeyde bir miktar da tuz olduğunu görürsünüz. Tuzun eskiden elde edilmesi şimdi olduğu gibi kolay değildi. Tuz kasların ve sinir hücrelerinin çalışmalarını sağlayan sodyumun en önemli kaynağıdır. Sodyum sofra tuzu hariç, yumurta ve ette de çok az bir miktarda bulunur. Bazı bilim adamları tuzun da şeker gibi vücudumuzda dopamini arttırdığını düşünmektedir bu yüzden tuzlu tatları seviyor olabiliriz. Tadı ne kadar lezzetli olsa da böbreklerimiz için çok zararlı olduğunu unutmamalıyız.

Çocukken hepimiz uslu olursak şekerli veya yağlı yiyeceklerle ödüllendirildik. Bu beynimize sürekli öğretildi böylece beynimiz şekerli ve yağlı gıdaları ödülle ilişkilendirdi. Yetişkin olduğumuzda da bu devam ediyor ne zaman stresli veya duygusal olarak sıkıntılı olsak vücudumuzu tatlılar veya yağlı gıdalarla rahatlatmaya çalışıyoruz. Brokoli, brüksel lahanası, ıspanak gibi bir çok yeşil sebzenin acımsı keskin tatları vardır. Tarihte bir çok zehirli bitki acıdır ve evrimsel olarak atalarımız bu tatları sevmemeyi öğrenmiştir. Bu nedenle bizim için çok faydalı olsa da yeşil sebzeleri sevmiyoruz.


Bunlardan başka işlenmiş gıdalar, katkı maddeleriyle zenginleştirilmiş yiyecekler de var üreticiler yiyeceklere lezzet katmak, ürün ömrünü uzatmak için bunları yapsa da bunlar yiyecekleri sağlıksız hale getiriyor ve kansere neden oluyorlar. Sağlıksız gıdalar aynı zamanda gerekli besin maddelerini de içeriyor olabilir örneğin tuzun sodyum içermesi gibi. Ancak bunların aşırı miktarda tüketilmesi faydalarından çok zarar getirdiğinden sağlıksız gıdalar sayılıyorlar.

IMF Nedir? Görevleri Nelerdir?

IMF Nedir? Görevleri Nelerdir?
IMF (International Monetary Fund); uluslararası para fonu anlamına gelir ve uluslararası mali sistemin işleyişini düzenler. 1944 yılında ABD’nin Bretton Woods kasabasında kurulmuş olan ve 1947 yılında fiilen çalışmaya başlayan uluslararası bir organizasyondur.

IMF’nin kredileri, bilinenin aksine az miktardadır. Ancak buna rağmen ülkeler IMF’den kredi almak isterler. Çünkü IMF’nin bir ülkeye kredi veriyor olması demek; diğer ülkelerinde o ülkeye karşı rahatlıkla borç verecekleri anlamına gelir. Bu aşamada IMF ülkeler için bir yeşil ışık anlamı taşır. Yalnız IMF’den her istediğimiz zaman, her ihtiyaç anında borç isteyemeyiz. IMF’den borç almak için durdurulamaz bir ödemeler bilançosu açığı olmalıdır.

IMF’nin Görevleri Şunlardır;

*Uluslararası mali düzeni sağlamak amacıyla, ödemeler bilançosu açığı olan ülkelere kısa vadeli bazen de uzun vadeli kredi imkanı sağlamak.

*Ülkelerin kur politikalarını gözetlemek.

*Ülkelerin ticari bankalara ya da resmi kurumlara olan borçlarını ödeyememeleri halinde, taraflar arasında ara buluculuk yapmak.

*Ülkeleri daha liberal bir kambiyo ve dış ticaret rejimi uygulamaya özendirmek.

*Ülkelere teknik yardım sağlamak.

IMF’nin işleyişine bakacak olursak; öncelikle IMF’ye üye olan ülke için bir kota belirlenir. Kota belirlenirken ülkenin yurt içi hasılası ve dış ticaret hacmi baz alınır.

Bu kota o ülkenin;

-Fona ödeyeceği miktarı,

-Fondan çekeceği kredi miktarını,

-Fondaki oy hakkını belirler.

Ülke fona üye olduğu zaman, fonun %75’ini kendi ulusal parası cinsinden, geri kalan %25’ini ise dolar cinsinden yatırır. Böylece fonun emrinde her an kullanıma hazır her ülkenin parası bulunmuş olur.

IMF kredilerin geri ödeme süresi genellikle 3-5 yıldır. Kredi kullanan ülke bir faiz ödemesi yapar ancak bu düşük bir faizdir. Ülke borcunu aldığı para cinsinden ödeyebileceği gibi IMF’nin parası olan SDR cinsinden de ödeyebilir.

IMF kredileri temelde şartlılık ilkesine yani performans kriterine dayanır. Yani IMF borç vermek için ülkeden bazı şartları gerçekleştirmesini ister.


Bu şartlar;

-Ülke kamu giderlerini kısıcı önlemler alsın.

-Vergileri artırıcı önlemler alsın.

-Para arzı kısılsın.

-Serbest fiyat politikaları izlensin.

-Dış ticaret liberalleşsin.

-Ulusal paranın değeri düşürülsün.

Maden Suyunun Faydaları

Maden Suyunun Faydaları
Maden suyu, yer altından gelen mucizevi bir su kaynağıdır. Koruma altında tutulan bölgelerden çıkartılan bu içecek, genellikle kuyu açılarak elde edilmektedir. Mineral tuzu, gaz ve elementler bileşeninden oluşan içecek, mineral bakımından oldukça zengindir. Magnezyum, potasyum miktarını dengelediği gibi, kalsiyum ve fosfatı da düzene sokar. Vücutta bulunan toksinlerin hızlı bir şekilde dışarıya atılmasını yardımcı olmaktadır

Doğadan gelen bu mucizevi içeceğin birçok yararı vardır. Fakat maden suyu soda ile karıştırılmamalıdır. İkisi birbirinden ayrı içeriklerden oluşmaktadır. Maden suyu tamamen doğaldır ve yer altından en saf hali ile çıkartılmaktadır. Soda ise, suya karbondioksit gazı karıştırılarak üretilmektedir. Yani maden suyu doğal içeriklerden meydana gelirken, soda ise yapaydır. Tabi ki doğal olanı tercih etmek sağlık açısında faydalıdır. Maden suyu asitli tadı verse de asit içermez. Karbondioksit gazı, asit etkisini hissettirir. Vücudun ihtiyaç duyduğu mineral ve vitamini depolayabilmektedir. Özellikle yetişkinler her gün düzenli bir şekilde bu içeceği tüketmelidir. Çocuklarında tüketmesinde sakınca yoktur. Büyüme çağında olan çocukların kalsiyum, fosfat, demir, florür, çinko gibi mineralleri karşılamaktadır. Ve bu da daha sağlıklı büyümeyi sağlayabilmektedir. Hamile olan bayanlar, besinleri daha rahat ve hızlı sindirmeleri için düzenli bir şekilde maden suyu tüketmelidirler.

Maden suyunun fizyolojik yararın yanı sıra, güzelliği de olumlu katkıları bulunmaktadır. Cilt sorunlarına karşı etkili olan içecek, kırışıklığa, sivilceleri aza indirir. Cildin nem dengesini düzenler ve cildi korur. Cilde pürüzsüz ve canlı bir görünüm kazandırır. Böbrek taşı oluşumunu engelleyen maden suyu, aynı zamanda böbrek taşı düşürmede de etkilidir. İnsan sağlığını dengeleyen bu içecek, sindirim kolaylığını sağlayan en etkili doğal bir ilaçtır. Vücudun günlük hayatta ihtiyaç duyduğu kalsiyum ihtiyacını dengeleyen içecek, güçlü kemik yapısının gelişmesinde etkilidir. Böbreklere, bağırsaklara, mideye ve idrar yollarına olumlu katkısı vardır. Mide yanmalarına ve ekşimelerine iyi gelmektedir. Sindirim sistemi zorluğunu kolaylaştırmakta ve gaz problemini ortadan kaldırmaktadır. İltihabın kurumasında da etkilidir. Aşırı yemek tüketiminden sonra oluşan şişkinliği ve hazımsızlığı giderebilmektedir.

Prostat, kalp ve meme kanseri gibi rahatsızlıklara engel olan maden suyu, özellikle erkeklerin korkulu rüyası haline gelen osteoporozun da önüne geçmektedir. Şeker hastalığının tedavi sürecinde destekleyici olan bileşen, kan basıncını ve şekerini de dengeye sokmaktadır. Karaciğer, safra kesesi ve birçok organın düzenli, dengeli çalışmasına yardımcı olmaktadır. Kemik yapısının oluşmasında olumlu katkısı bulunan maden suyu, menopoz döneminde olan kadınlara olumlu katkı sağlar. 


Gut hastalığının yol açmış olduğu krizleri aza indirmekte başarılıdır. Ter ya da idrar ile atılan su miktarını da dengelemektedir. Kilo sorunu ya da obezite hastalığına sahip olan kişilerin, kilo veriminde ve iyileşmesinde yardımcıdır. Kalp ve damar hastalığının doğal tedavi yöntemi olarak da kullanılmaktadır. Yüksek tozda vücuda enerji depolamaktadır. Hücre metabolizmasını yenilemekte ve troid bezi fonksiyonlarını dengelemektedir. Diyet yapmak isteyenler için ise ideal bir içecektir.

Suat Derviş Kimdir?

Suat Derviş Kimdir?
Suat Derviş 1905 yıllarında gözlerini dünyaya açtı. Doğduğu yer İstanbuldur. Babası tıp profesörlüğü yapan İsmail Derviş, dedesi ise kimyagerlik yapan Derviş Paşa’dır. Gerçek adı “Hatice Saadet Baraner” olan Suat Derviş; Türkiye’nin ilk kadın gazetecisidir.

Suat Derviş ilk kadın gazeteci olmakla birlikte “Derim Kadınlar Birliği” kurucusudur. Türkiye’de basın sendikasının kuruculuğunu yapan beş kişiden biri olup, bunların ilk başkanlığını yapmıştır. O güne kadar hiç kimse gazetede bir kadın sayfası oluşturmazken Suat Derviş kadın sayfası oluşturmuştur. Hayatı başarılarla dolu olan Suat Derviş Fransa’da basılan ilk Türk roman yazarı da olmuştur. Yazıları 18 yabancı dilde çevrildi ve uluslararası bir ölçekte tanınmaya başladı. Suat Derviş feminizmi ateşlendiren ve hareket katan bir yazardı. Sadece yazıları ile değil yaşantısıyla da çok ilgi çekici bir yazardı. Kendisi özel eğitmenler tarafından yetiştirilmişti.

Almanca ve Fransızca’yı ana dili gibi konuşabiliyordu. Eğitimini Almanya Berlin Konservatuvarı ve Edebiyat Fakültesi’nde tamamladı. Bu eğitimden sonra Türkiye’ye dönen Suat Derviş birçok röportaj yaptı ve bunlar Türkiye’nin ileri gelen gazetelerinde yer aldı. Röportajın yanı sıra roman yazarlığı da yapıyordu. Kendisi ve eşi ile birlikte 1940 yılında Yeni Edebiyat Dergisi’ni yayımladılar. Bu derginin içeriğinde kısa öyküler, fıkra ve eleştiriler yer alıyordu. Suat Derviş ilk olarak edebiyat hayatına şiirler girdi. Daha sonra gerçekçi ve toplumsal edebiyata yoğunlaştı ve bunların gelişip topluma yerleşmesine büyük katkı sağladı. Çok azimli ve ısrarlı bir yapısı vardı. Gözlerinde problem olmasına rağmen buna aldırış etmeyip 3 roman üzerinde çalışmalarına devam etti. Hayatı boyunca hep çalıştı ve yararlı işler peşinde koşturdu. 1972 yılında ise hayata gözlerini yumdu.


Eserleri

*Kara Kitap

*Ne Bir Ses Ne Bir Nefes, Hiçbiri, Ahmed Ferdi, Behire’nin Talibleri

*Fatma’nın Günahı, Ben mi, Buhran Gecesi

*Gönül Gibi

*Emine

*Hiç

*Çılgın Gibi

*Fosforlu Cevriye

*Ankara Mahpusu

Az Yiyerek Sağlıklı Kalmak

Az Yiyerek Sağlıklı Kalmak
Dünya genelinde obezite hastalığı yayılmaya başlamıştır. Fast-Food yiyerek beslenen nesil, giderek hastalıklarla başını derde sokmaktadır. Bu nedenle sağlığımızı korumak için yediğimiz yiyecekleri azaltmalı ve genelde sebzeye doğru yönelim yapmalıyız. Eğer seçtiğimiz sebze ve meyveler doğru bir seçimse, bunları yedikten sonra insan kuvvet kazanır ve aynı zamanda kilo bakımından ideal kiloya ulaşabilir. Bununla birlikte uyku süresi sağlıklı olarak azalır ve gaz oluşumu engellenir. Ancak yemeklerimizi yanlış seçmişsek; bedenimize bir ağırlık çöker, her saat uyuma isteği gelir, kabızlık sorunu yaşayabilir ve ağız kokusu ile karşı karşıya kalabiliriz. Bunların yanı sıra horlama problemi çeken arkadaşlarım ise, az ve doğru beslenerek bu problemin üstesinden gelebilirler.

Bizim halkımız genelde sofrada ne kadar çok çeşit ve bolluk varsa, o kadar çok hastalıklara karşı dirençli olur ve bol vitamin kazanırım gibi bir düşünceye sahiptir. Bu düşünce ile hareket edersek zengin olan insanların hiçbir sağlık problemi çekmezken, fakir olan insanlar hergün hasta olurdu. Böyle olmayıp; bu durumun tam tersi bir durum söz konusudur. Farklı yemekler yediğimizde mideye bunlar oturur ve hazmedilemeyip çürümeye başlar. Bu çürüyen yemekler damarlarda birikmeye yol açar ve kılcal damarlarımızı tıkamaya başlar. Böylelikle dokulara gerekli besin gitmez ve onların besin ihtiyaçları karşılanmamış olur. Böylelikle çok çeşit yiyen insanlar genellikle kendilerini aç hissederler.

Az yiyen insanlar ise, kendilerini tok hissedenlerdir. Eğer az yiyip ve günde 2 öğün yiyorsanız, yedikleriniz kolayca ve her bir kırıntısına kadar hazmedilir. Böyle yaptığınız sürece vücudunuzun tüm besin ihtiyacı karşılanır ve vücuttaki tüm zararlı şeylerin atımı kolaylaşır. Mide, bağırsaklar ve damarlarımız böylelikle temiz kalmayı başarır. Böyle yaparak sağlıklı bir bağırsak kazanmış oluruz. Sağlıklı bağırsakların üzerinde sağlıklı mikroplar bulunur ve kendilerine olan gerekli besin ve minarelleri havadaki azotu kullanarak sentez yapar. Bunlardan gerekli besinler kan ile dokulara gönderilir ve hücreler kendilerini doyurur. Eskilerden beri büyüklerimiz “Açlık azaları doyurur, tokluk ise aç bırakır” demiştir. Çok doğru bir söz olması bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Normal insanlar az yiyerek kendilerini böyle sağlıklı kılabilirler. Ancak ağır çalışan ve ağır spor yapan insanlar, çok fazla yemek zorundadırlar. Onlar kendi kaslarını geliştirmek için beslenme kurallarını bozmadan yiyeceklerini yerler.Günde 250 gramı geçmemek üzere yemek yerler ve protein ağırlıklı besinler kullanırlar. Proteinli besinlerin en iyisi sebzelerde bulunmaktadır. Protein olarak çok fazla içeriğe sahip olan besinler şunlardır ; ıspanak, yeşil fasülye, maydanoz, dereotu, kereviz yaprağı ve semizotudur. Az hareketli insanlar ise fazla yediklerini durumda çok fazla kilo alırlar ve bir çok hastalığa maruz kalırlar. Fazla yemek yiyenlerin vücutları yemeği hazmetmez, fazla besin depolama, zararlı maddeleri dışarı atma gibi sorunlar yaşarlar ve bunun yanında aldıkları fazla kilolar ile hayatını güçleştirir hatta ihtiyarlığa doğru sürüklenmeye başlarlar. Yapılan araştırmaya göre, bilim insanları bir araştırmada az yiyen hayvanların fazla yiyen hayvanlara göre daha uzun yaşadığını tespit etmiştir. Ve bunun sebebi olan geni bulmuşlardır. Yaşam süresinin artmasını sağlayan bu gen diğer tüm genlerin işlevliğinde de yer almaktadır.


Araştırmaya göre normal hayvanların yemesi gereken besinin yüzde 70′ ini, verdiklerinde bu hayvanda yaşama süresinin yüzde 40’lara kadar arttığı gözlemlenmiştir. Günümüzde ise; bir günde 3-4 kişinin yiyebileceği yemeği tek biri insanın yemesi ve bununla birlikte sağlığının kaybedilmesi gibi durumlarla karşılaşıyoruz. Böyle beslenen insanların fazla yaşayamayacağı kanıtlanmıştır. Az yiyenler ise, kendilerini daha zinde hisseder ve ihtiyarlık zamanlarında büyük yükler altına girmezler. Bu kadar faydası olduğunu gördüğünüz az yemenin sizin kararınızı değiştirir mi bilmem? Ancak az yiyerek daha sağlıklı bir yaşam sizi bekler.

3 Şubat 2017 Cuma

Duygusal Yoksunluk Şeması Nedir?

Duygusal Yoksunluk Şeması Nedir?
Duygusal yoksunluk seması, günümüzde sıkça görülmeye başlayan ve uzmanların en çok karşılaştıkları bir vakadır. Bu sendromun kökeninde kişinin sahip olduklarının farkına varmaması yatmaktadır. Kendi iç dünyasında sorunlar yaşayan kişi sevdiklerinin ve ailesinin yalnızlığını, üzüntüsünü geçiremeyeceğini düşünür ve çareyi terapistlerde aramaya başlar. Sürekli yalnız ve üzüntülü olan kişiye etrafındaki kişiler yardım etmek ve destek olmak isterler. Fakat kişi buna inanmaz, sahtecilik, ikiyüzlülük olarak görürler. Bu şemada kendini bu tür vakalar ile gösterebilir. İhtiyaçlarının etrafındaki kiler tarafında yerine getiremeyeceğini düşünen kişiler, sıcaklık, sürekli ilgi, dinlenilmek, destek, her konuda yardım gibi olgular ile beslenirler. Bu ihtiyaçlar genelde duygusaldır.

Kişi karşı cinsten ya da sevdiklerinden ilgi göremeyince ve dinlenmeyince hemen bir kaos içerisine girerler. Hayatların en büyük felaketini yaşadıklarını düşünür, yalnızlığa, üzüntüye bürünürler. Bu vaka genellikle uzun yıllar tek çocuk olan kişilerde görülür. Sonradan bir kardeşi olan çocuk, artık annesinden ve babasından ilgi görmeyeceğine, sevilmeyeceğine inanır. İşte bu gibi durumlar yetişkin bireylerde de görülebilmektedir. Etrafındaki kişiler başka bir yere ilgi göstermeye başlayınca, buhranlı günler bu vakayı yaşayan kişi için baş gösterir. Duygusal yoksunluk şemasında üç türden oluşmaktadır. İlgi yoksunluğu, korunma yoksunluğu ve empati yoksunluğudur.

Empati yoksunluğu, iş ve sosyal yaşamda görülen ve bu vakayı yaşayan kişiyi etkisi altına alan bir türdür. Kişi, bir türlü anlaşılmadığını düşünür. Ve yalnız olduğunu ona destek olacak, düşüncelerine saygı duyacak biri olmadığını hisseder. Korunma yoksunluğu da kişinin kendini yalnız hissetmesi ile özetlenebilir. Kişi, ona yol gösterecek, akıl verecek, koruyacak ve arkasında kimsenin olmadığını düşünür. İlgi yoksunluğu da hemen hemen her bireyde görülmektedir. Kişi kendisine önem verilmediğini, şefkat gösterilmediğini, fiziksel temaslarda bulunacak kişilerin var olmadığından şikayetçidir.

Duygusal yoksunluk şemasında, birçok etken sebep olur. En önemlisi çocuk yaşta anne ve babasından şefkat ve ilgi görmeyen kişilerde görülebilir. Anne ve baba soğukluğundan, zaman ayırmamasından ve sevgi göstermemesinden kaynaklanabilmektedir. Çocuk yaşta yeteri kadar değer ve önem verilmediğini düşünen bireylerde de görülebilmektedir. Etrafındaki kişiler hep başka birilerine şefkat, ilgi gösteriyor ise bu vaka kendini daha çok hissettirir. Anne çocuğu ile iyi bir iletişim kuramamış ve ihtiyaçlarını doğru bir şekilde karşılamıyor ise ve sıkıntılı anlarında çocuğunu avutmuyor ise diğer kişiler tarafından avutulmayı öğrenmemiş olur. Ebeveynler, çocuklarına yol göstermemiş, doğru yolu bulması adına destek olmamışsa, eğitim ve sosyal hayatında onları yönlendirmemişse, çocuk bundan sonraki hayatında güven duyacağı kimse olmaz.

Eş seçimi etkileri de bu şemanın kökenini oluşturur. Bu tür olumsuz etkileri yaşayan bireyler genellikle, soğuk ilgisiz, destek vermeyen bir eş olurlar. Bu da geçmişte yaşadıklarından kaynaklanıyor olabilir. Sevgi, ilgi, güven, destek, avutma gibi olguları öğrenemeyen kişilerin, bu tür kavramları ilişkilerine yansır. Ne hissettiğini eşi ile paylaşamaz ve paylaşamadığı ihtiyaçlarını anlaşılmasını bekler. Anlaşılmadığı zaman büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Kendini üzgün yalnız hisseden kişi, bunu eşi ile paylaşmaz ve içine kapanır. Eşi tarafından korunduğunu, yön verildiğini görünce darılabilir, üzülebilir ve bunu kabul etmez. Çünkü bu kavramları ailesinden görmemiş ve doğal olarak öğrenmemiştir. İlgi görmediğini düşünerek sürekli eşi ile tartışmalara girer, kızgındır, öfkelidir ve eşinden gittikçe uzaklaşmak eylemindedir.


Duygusal yoksunluk şaması belirtilerini yaşayan kişilerin mutlaka terapi görmesi gerekmektedir. Uzmanlar bu tür vakalarda ilk önce kişinin farkında olmadıklarını gün yüzüne çıkarmak ile tedavi sürecine başlar. Ve duygusal ihtiyaçları, doğal ortamlardan ve yollardan telafi etmek için teknikler geliştirir. Kişiye kendini avutmayı, tek başına her şeyi başarabileceğine inandırır. İhtiyaçlarına v isteklerine göre eş seçimi yapmasını önerir ve isteklerini saçmada olsa dile getirmesini tavsiye eder. Sabretmeyi, güvenmeyi öğreterek, sağlıklı bir birey olması için tedavi uygular.

Patates Suyunun Faydaları

Patates Suyunun Faydaları
Patates sebzesi, birçok ülkede sevilen bir sebzedir. Bizim ülkemize Güney Amerika’dan gelmiştir. Patates sevilmesinin yanı sıra birçok tedavi edici özelliği de içinde bulundurur. Hatta bu tedavi edici özelikler tıp dünyasının da dikkatini çekmiş ve onlarda patatesten yararlanmaya başlamıştır. Son yıllarda yapılan araştırmalara göre patates suyunun içerisinde bulunan organik asitler, mineraller ve enzimler sağlığımız konusunda birçok yararlı etkileri olduğu gözlemlenmiştir.

Patates suyu sindirim sistemimizin doğru çalışması ve onarılmasında büyük bir yarar sağlar. Midemizde oluşan asitlenmeyi azaltır ve ülser oluşumunu hafifletir. Eğer amacınız ülseri azaltmak ise kırmızı patates suyu kullanmanızı tavsiye edebiliriz. Kırmızı patatesleri güzelce yıkayıp kuruladıktan sonra doğranıp suyu çıkarılmalıdır. Elde edilen su ülsere süper fayda sağlamaktadır. Ancak dikkat etmeniz gereken nokta ise; ham patates ve siyah noktalı patates kullanmamanız’dır. 

Bunlar genelde zehirli maddeler içermektedir. Patates ile birlikte havuç suyu ile karışım yaparsanız eğer midede oluşan yanma hissi ve gastrit gibi zararlı şeyleri engelleyebilirsiniz. Patatesin yararları bunlarla birlikte bitmiyor tabi. Eğer romatizmal eklem ağrıları çekiyorsanız eğer patates suyu buna da iyi gelecektir. Romatizma, bel ağrısı gibi hastalıklara çok iyi geldiği bulunmuştur. Bununla birlikte eklem iltihabı gibi ağrılarınız varsa eğer patates kabuğu ile çay yaparak bunu içtiğinizde bu ağrılar etkili bir şekilde giderilmesi mümkün olur. Eğer sürekli olarak başınız ağrıyor yani migren ağrısı çekiyorsanız patates suyu çok faydalı olacaktır. Aynı şekilde patates suyu kabızlık için de baya faydalar sağlamıştır.

Patates suyunun yararları çok olduğunu yazımın başında söylemiştim. Eğer karaciğer sorunu çekiyorsanız, 150 gram kadar patates suyunu sabah kahvaltılardan yarım saat önce içerseniz çok güçlü karaciğer temizliği yaptığı bulunmuştur. Bilimsel araştırmaların yanı sıra denemiş bazı hastalar patates suyunun egzama, cilt lekeleri, kuru ve kaşıntılı deri gibi sorunlarının düzelmesine yardımcı olduğunu dile getirmiştir.

Patates suyu çiğ olarak içildiğinde çok güzel bir tadı olmadığı için, taze limon suyu ve balla karıştırılıp içildiğinde daha güzel bir tad verdiği bilinir. Hatta sadece balla karıştırılmış çiğ patates suyunu içmek, gıda zehirlenmelerine karşı iyi olduğu ve vücuttaki ürik asit fazlasını dışarı atmamızda yardımcı olduğu araştırmalarca kanıtlanmıştır. Eğer bunlar sizi tatmin etmiş ve ben denemek istiyorum bu tedaviyi derseniz eğer şöyle bir yol izlemeniz gerekmektedir.


İki hafta boyunca, sabah ve akşam yemeklerinden yarım saat önce 150 gram kadar taze sıkılmış patates suyu içmeniz tasiye edilir. Daha sonra geçen iki hafta sonunda bir hafta kadar ara verilir ve yine iki haftalık tedavi uygulanır. Tedavi sırasında hafif gıdalar tüketilirse eğer başarı oranı daha yüksek olacaktır.

Kendini Küçük Görme Hastalığı

Kendini Küçük Görme Hastalığı
Birçok insan kendisini diğer insanların gözü önünde aşağılar. Bunun en önemli nedenlerinden biri de kendisini küçük görmek, değersiz olduğunu görme psikolojisidir.
Günümüzde sayıyı hergün artan bu tip insanlar vardır. Değerli olduğunu düşünmüyorlar ve kendilerini dışlanmaya boyun eğiyorlar. Akıllarından geçen şeyler ise insanlar, beni aşağılamaya değer görüyorlar ya da kendilerini utanç kaynağı olarak görüyorlar. 

Aslına bakılırsa kendisini hep hor gören insanlar, kendini beğenmiş insanlardır. Sahip oldukları gururunu aşağılayıp öyle yenebileceklerini düşünürler ancak bu yanlıştır. Bu psikolojiye dair Spinoza çok güzel söylemiştir: “Kendini hep küçük gören, kibirli olmaya en yakın insandır.” Birgün Antik çağ zamanında Atina kentinde güzel kıyafetlerle o zamanın politikacısı işçi sınıfının içine girmiş ve onlardan oy almaya çalışmış Sokrat’da o zamanda bu politikacının psikolojisini şöyle yorumlamıştır: “İçindeki kibir, paltondaki her delikten dışarı fışkırıyor”

Günümüzde böyle kendini küçük görme vakaları çok rastlanmaktadır. Böylesine bir düşünceye sahip olan insanlar genelde ailesinden sevgi görmemiştir. Ailesinin küçükken onu pek umursamadığı çocuk tipleridir. Genelde böyle rahatsızlıklar duyan insanlarda çocukluğu sorulduğu zaman :” Eğer iyi bir çocuk olsaydım, beni severlerdi” gibi cümleler kurdukları gözlerden kaçmamaktadır. Kendini aşağılayanlar her zaman kendilerini savunacak teselli cümleleri bulurlar. Bunlar işte şöyle kötü huyum olmasaydı kesin beni severdi, bunu demeseydim kesin benimle konuşmayı kesmezdi gibi teselli cümleleri ile kendilerini avuturlar. Kendilerini boşlukta hisseden insanlar, kendilerini küçük görmeyi, hasta bir atı kırbaçlamaya benzetilebilir. At önce kısa süreli bir hareket eder ancak bu onun çökmesini daha çabuk hızlandırır. Ancak kendisini dışlayan ve küçük gören insanlar genelde kendilerinin ne kadar değerli olduklarını ve onların değersiz olmadıkları kanısına varmaları biraz zordur.

4194_degersizlikduygusuYapıcı çözümler üretmek böyle hastalarda biraz zordur ancak imkansız değildir. Küçük görmek insanın kendisinden nefret etmeyi perçinler ve bu nefret hissini rasyonalize etmeyi sağlar. Kendisinden nefret eden insanlar başkalarına karşı daha kolay nefret duygusu besler. Kendisini sevmeyen insanlar başkasını da sevemez demiştim. Böyle insanlar bir başkalarıyla pek ilişki içerisine giremezler. Kendisini sevmeyen insan bir başka varlığı zaten sevemez. İlk iş kendimizi sevmekle başlar. Vücudumuzu, duruşumuzu, gülüşümüzü gibi bir çok özelliğimizi sevmemiz gerekmektedir. Eğer kulaklarımız kepçe bir görüntüde olsa bile onu aldırmayıp ben böyleyim böyle de çok güzelim diyebilmeyi başarmalıyız. 

Ancak böyle yaparsak birisi bizi sevebilir ve biz başkalarına değer verebiliriz. Sizce de öyle değil mi ? Siz kendinizi değersiz iğrenç bir varlık olarak görüyorsunuz ve başkasının sizi sevmesini bekliyorsunuz ? Siz ancak kendinizi sevdiğiniz zaman başkaları sizi sevebilir. Bunun üzerine Bencillik ve Kendini Sevme adında bir kitap yazan Erich Fromm, aslında bencilliğin ve kendini çok beğenme gibi duyguların altında hep kendini küçük görmek gibi duyguların yattığını açık ve net bir şekilde belirtmiştir.


Kendini küçük gören insanlar kendilerini yüceltme gibi bir ihtiyaç içerisine girerler. Ancak kendisini seven insanlar ise nazik ve cömert olan insanlardır. Kendilerini aşağılama ve küçük görme aslında Calvin’e göre endüstri çağından kalan bir güven eksikliği artığıdır. Psikoloji ile ilgili olarak İyi bir isim olan Kierkegaard şu sözleri söylemiştir: “Birey kendini sevmeyi beceremezse, komşusunu da sevemez. Kendini tamamen sevmek dostunu da sevmek ile aynı örtü altındadır. Asıl kural şudur, komşuyu severken kendisini seveceksin, ona değer verirken asıl kendine değer katmış olursun” Diye çok güzel söylemiştir. Evet arkadaşlar herşeyden önce kendimizi sevmemiz gereklidir, önce bunu başarırsak herşeyi başarmış oluruz.

Susuzluğu Gidermenin Yolları Nelerdir?

Susuzluğu Gidermenin Yolları Nelerdir?
Yaz sıcaklığının etkisi ile vücudumuz susuz kalmakta ve bu durum birçok organın işlevini azaltmaktadır. Özellikle ramazan aylarında yaşanan bu problem, bazı besinler sayesinde giderebilmektedir. Oruç tutarken hemen hemen herkes açlıktan çok, susuzluktan dert yanmaktadır. Yaz sıcaklığının etkisi de bu sorunu daha çok yoğunlaştırmakta ve kişide halsizlik, baş ağrısı, bitkinlik gibi reaksiyonlara neden olmaktadır.

Oruç tutarken yaşanan susuzluk sorunu, uzmanların birkaç tavsiyesi ile giderebilmektedir. Çoğu kişi, çok su içmenin susuzluğu gidereceğini düşünüp, sahurda ya da iftarda bol miktarda su tüketmeyi tercih ederler. Fakat bu düşünce kişinin daha çok susamasını sağlamaktadır. Aynı zamanda da sindirim zorluğu ve şişkinlik gibi problemlere zemin oluşturacaktır. Oruç açıldığında yani iftarda vücudunuzun ihtiyaç duyduğu kadar su tüketmek sizin için faydalı olacaktır. Art arda bol miktarda su içmek yerine, ilerleyen saatlerde azar azar içmenizi susuzluk çekmenizi önleyecektir. Acıkmayayım diye bünyenizin alamayacağı kadar yemek yemek yine susuzluk sorununa neden olabilmektedir. Ne kadar fazla yemek yerseniz, o kadar su ihtiyacı duyarsınız. Ayrıca çok yemek yemek hazımsızlık, ağrı, sindirim sorunu gibi belirtileri de beraberinde getirmektedir. Yağlı yiyecekler, susuzluğu tetikleyen olguların başında yer almaktadır. O yüzden daha hafif ve ağır olmayan yiyecekleri tercih etmelisiniz.

İftardan sonra ya da sahur vaktinde aşırı miktarda kahve ve çay tüketimi su ihtiyacınızı artırmaktadır. Aynı zamanda uykusuzluk problemine de yol açabilmektedir. Kafeinli içeceklerden ve gazlı içeceklerden uzak durmanızda yarar vardır. Su ihtiyacınızı sadece sudan değil, meyvelerden de gidermeye yöneliniz. Bol sulu meyveler vücudun ihtiyaç duyduğu su miktarını dengeleyecek ve uzun süre korumasına yardımcı olacaktır. Özellikle mevsimin meyvesi karpuz, susuzluk gidermede etkilidir. Şimdilerde gündemde olan meyan şerbeti de susuzluğu gidermede başarılıdır. Tatlı yiyecekleri tercih etmek yerine meyve tüketiminde bulunmak, gün boyu susuzluk çekmemenize yardımcı olacaktır.


Bu etkenlerin dışında oruç esnasında birkaç hareket ile susuzluğunuzu giderebilirsiniz. Orijinal yoğa sistemi, sindirim sistemi ve ağız arasındaki dengeyi koruyor ve susuzluk faktörünü ortadan kaldırmaya yardımcı oluyor. Ağzınızı aralayıp dişlerinizin arasından dilinizi çıkartınız. Ve bu esnada nefes alımını yani havayı dışarı vererek dilinizi yavaş yavaş içerinize çekiniz. Sonra ağzınızı kapatınız ve nefes alımına devam ediniz. Son olarak nefesi burnunuzdan çıkarınız. Bu teknik açlık ve susuzluk hissini yoğun yaşadığınız zamanlarda işe yarayacaktır

2 Şubat 2017 Perşembe

Kan Uyuşmazlığı Nedir? Nasıl Oluşur?

Kan Uyuşmazlığı Nedir? Nasıl Oluşur?
Tıp terminolojisinde kan uyuşmazlığı olarak yerini almış olan terim; insan vücuduna girmiş olan yabancı bir kanın, insan metabolizması tarafından yabancı olarak algılanması sonucunda meydana gelen bir durumdur. Bu tür durumlarda vücuttaki yabancı kan, metabolizma tarafından alerjen olarak algılanmaktadır. Aynı zamanda kan uyuşmazlığı terimi negatif veya pozitif değerli Rh uygunsuzluğu anlamına gelmektedir.

Özellikle hamile kadınlarda kendini gösteren bu durumda, anne ile karnındaki bebeğin kan grupları arasında Rh uyumsuzluğu olarak adlandırılmaktadır. Vücut yabancı kanı alerjen olarak algılar ve böyle durumlarda, vücutta alerjik bir reaksiyon görülmektedir. Kan uyuşmazlığının 2 farklı türü bulunmaktadır. Eğer kan grubu Rh (+) olan bir erkekle, kan grubu Rh (-) olan bir kadının bebek yapması durumunda bebeğin kan grubu Rh (+) yani babasının kan grubu olursa, bebeğin RH (+) kan hücreleri yani alyuvarları annenin vücuduna geçer. Bunun nedeni ise, anneyle bebeğinin arasında doğrudan olarak bir kan bağının bulunmasıdır.

Hamilelik sırasında anne ile bebek arasında kan bağı, göbek kordonu yoluyla kurulmaktadır. Yani göbek kordonu bağlantısıyla bebek kendi kan hücrelerini annesiyle paylaşır. Bu paylaşım belirli bir oranda devam eder ve bebeğin annesine alyuvar aktarması durunca, annenin vücudu bu alyuvar aktarımına bir tepki olarak antikor üretmeye başlar. Tıp terminolojisinde kan uyuşmazlığı adını alan ve hayati risk taşıyan bu durum, asıl olarak bu aşamada başlar. Vücuda giren kana alerjen uyarısı veren anne vücudunun üretmiş olduğu antikorlar göbek kordonu yoluyla bebeğin vücuduna geçmektedir. Bir nevi bebek anneye göbek kordonu yoluyla alyuvar gönderirken, anne de bebeğe antikor gönderimi yapmaktadır. Bebeğin vücuduna giren bu antikorlar, bebeğin kan hücrelerini parçalar ve bu durum çocuk açısından sağlık sorunlarına yol açar.

Göbek kordonu yoluyla bebeğin vücuduna geçen annenin üretmiş olduğu antikorlar, bebeğin alyuvarlarının ölmesine yol açar. Bebek alyuvarlarında meydana gelen bu yıkım, bebekte kansızlık ve kalp yetmezliği gibi sorunların görülmesine yol açabilmektedir. Bebeğin alyuvarlarının yıkıma uğraması yani ölmesi, çok hızlı gelişen bir olaydır. Bu hızlı gelişim, bebeğin vücudunda su birikmesi sorununa da yol açabilmektedir. Su birikmesi sorunu, doğumdan sonra bebekte sarılık hastalığının oluşmasına neden olabilmektedir. Sarılık hastalığı hem anne hem de bebek için hayati riskler taşıyan bir hastalıktır ki tedavi edilmediği takdirde ölümcül riskler ve de sakatlıklar meydana gelebilmektedir.

Bakıldığında hem anne hem de bebek için çok ciddi bir sorun olabilen kan uyuşmazlığının tedavisi mümkündür.


Tedavi sürecinde kan uyuşmazlığı hastalığına neden olan annenin üretmiş olduğu antikorların üretilmesine engel olunmaktadır. Rh(+) kan hücrelerinin parçalanmasına neden olan antikorların anne vücudu tarafından üretilmemesi, sorunun önüne geçilmesi anlamına gelmektedir. Bu sayede, hem anne hem de bebek açısından ileride meydana gelebilecek hastalıklar önlenmiş olmaktadır. Anne ve bebeği için büyük riskler taşıyan kan uyuşmazlığı hastalığının tedavisinde, Rh(+) erkekten meydana gelen çocuğun Rh(-) annesine hamileliğin 28. Haftasında anti-D adındaki bir iğne yapılır. Bu ilaç, anne vücudunun antikor üretmesine engel olur. Aynı zamanda doğum sonrasında bebeğin kanının Rh(+) olduğunun anlaşılması durumunda doğumdan itibaren 72 saat geçmeden anti-D iğnesi yapılır.